Sultan Abdülhamit Han dönemine istibdat yani bir nevi zorbalık dönemi; Sultan Abdülhamit Han’a da zorba hükümdar, “kızıl sultan” diyenler onun iktidarı döneminde bir tek bile siyasî idam gerçekleşmediğini görmezden gelirler. Onu darbe ile indiren İttihat ve Terakki döneminde ise siyasî suikastlar furyası alıp başını gitmiştir. On yılda koca Devlet-i Âli’nin darmadağın olması da cabası…
“Gök Sultan” Abdülhamit Han tahtında otursa idi, Bab-ı Âli’deki karışıklıkları fırsat bilerek Batı Trablus’a asker çıkaran İtalyanlar buna cüret edebilecekler miydi acaba? Ya siyasî manevralarla bir araya gelmelerini engellediği Balkan devletlerinin, bilge hükümdarın tahtından indirilmesini fırsat bilmesine; daha dün tebamız olan bu devletçikler karşısında, koskoca Osmanlı Devleti’nin küçük düşmesine ne demeli? Bu küçük düşmenin başlıca sebepleri ise bildiğiniz gibi Türk ordusuna bulaşan (sirayet) fırkacılık (partizanlık), rüşvet, adam kayırma (iltimas, torpil) gibi hastalıklardı haliyle… Türk ordusu cephede düşmanla savaşacağına, bünyesindeki bu hastalıklı hücrelerle boğuşuyordu. İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf gibi fırkaların (party) neden olduğu hastalıklı hücrelerle…
Balkan Savaşlarının, Balkanlardaki dengeleri alt-üst ettiği malûmdur. Bozulan dengelerin neticesinde, fitili ateşlemek bir Sırplıya kalmış ve Avusturya ile sömürgesi Macaristan’dan meydana gelen imparatorluğun veliahdı Saraybosna’da öldürülmüştür. Bu cinayetin ardından da 1. Dünya Savaşı başlamıştır. Şu da bir tarihi gerçektir ki, Sırplar tarih boyunca Hıristiyan Batı’nın pis işlerini yapa gelmiş bir halktır. Bosna’da yaşanan insanlık ayıbını bir düşünün hele…
Bildiğiniz gibi 1. Dünya Savaşı, imparatorlukların dağılması ile sonuçlanmış; milyonlarca insan ölmüş, sakat kalmış, dul kalmış, yetim kalmıştır. En önemlisi Türk milleti devletsiz kalmıştır. Daha doğrusu Türk devleti güçsüz (mecalsiz) kalmıştır. Zira gerçek anlamda tarihin kaydettiği “Son Hükümdar” olan Abdülhamit Han’ın -kendisinden önceki yönetimin hataları yüzünden hükümdarlığının ilk zamanlarında yaşanan kayıpları saymaz isek- bir karış toprak vermeden otuz üç yıl yaşattığı devleti -başta basiretsiz padişah Sultan Vahdettin olmak üzere- yerine geçenler üç-beş yılda çökertmişlerdir. Batı Trablus, Balkan ve 1. Dünya Savaşları ile Osmanlı’nın tasfiyesi tamamlanmıştır.
1. Dünya Savaşı’nın sonuçları saymakla bitmez. Misal, emperyalizm ile gerdeğe girmiş olan zalim kapitalizm, dünyanın yarısının kanını emmiştir. Dünyanın diğer yarısı da budala komünizmin insafına terk edilmiştir. Daha doğrusu insafsızlığına… Bu arada, Osmanlı’nın bir onbaşı ve on piyade eri ile yönettiği Filistin’e ne demeli? Osmanlı’dan sonra, Ortadoğu’da kan ve gözyaşı dinmemiştir. Hoş nerede dinmiştir ki? Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu… Belki de insanlığın beklediği kurtuluş, Türk’ün “Nizam-ı Âlem” yani dünyaya düzen verme davasıdır. Olamaz mı?
Abdülhamit Han’a İslâmcı derler. Doğrudur, Tanzanya’ya bile ferman gönderecek kadar İslâm ülkeleri ile ilgilenmiştir. Ama aynı Abdülhamit Han’ın, Gaspıralı İsmail Bey’in, Kırım’ın incisi Bahçesaray’da çıkardığı Tercüman Gazetesinin sayılarını -parasını cebinden ödeyerek- aldırdığı ve el altından başta Anadolu olmak üzere, ülkenin birçok köşesine dağıttırdığı da unutulmamalıdır.
Bazı safsalaklar çıkıp “Meclis’i kapattı ama!” diyebilirler. Kapatılan mecliste, Türklerin üçte bir oranında kaldığını; Türk Devletinin millî meclis çatısı altında, azınlık milletvekillerinin çıkıp Büyük Ermenistan’dan, Yunanistan’ın çıkarlarından bahsettiğini de görmezden gelebilirler. Ama bütün bunlar arşivlerde çürüyen meclis tutanaklarında (zabıt) bir bir yazmaktadır. 1931 yılında Bulgaristan’a hurda kâğıt niyetine satılan tonlarca arşiv belgesinde neler yazıyordu kim bilir?
Bugün acaba Beşiktaş’a gönül vermiş yüz binlerce gencimiz, kulüplerinin Abdülhamit Han’ın maddî-manevî yardımları ile kurulduğunu biliyor mu? Üstelik kulüpteki gençlerin idmanlara (antrenman) rahat gidip-gelebilmeleri için, sarayın arabalarını tahsis ettirmiştir. Hatta halk arasında, Beşiktaşlı oyunculara (sportsmen) yıllarca “Arabacılar” denmesi de bu yüzdendir. Ve Abdülhamit Han’a “Baba Hükümdar” denmesi de…
Abdülhamit Han, “gen” sorunu olanların iddia ettiği gibi gerici değil; aksine ilerici, bilge bir hükümdardır. Onun hükümdarlığı döneminde -başta Anadolu olmak üzere- ülkenin her köşesinde yeni yeni okullar açılmıştır. Hatta gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları arasında Anadolu’ya en çok hizmet eden padişah olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ya İstanbul’dan Mekke’ye kadar ülkenin bir uçtan diğer uca demiryolu ile bağlanmasına ne demeli? Sizler ne dersiniz bilemeyiz ama biz “mekânı cennet olsun” diyoruz.
Hüseyin Nihal Atsız da büyük adamdır canlar. Yüreğinde Türklük sevgisi, Turan’a giden yolda çok eziyetler, acılar çekmiştir. Turan ülküsü (ideal) uğruna hayatını, rahatını, ailesini, özgürlüğünü feda etmiştir. Irkçılıkla (faşizm), ruh hastası olmakla suçlanmıştır. Hatta dinsiz diyenler bile çıkmıştır. Gelin şimdi Yüce Tanrı’nın, elçilerine (peygamber) bile vermediği inanç (iman) ölçme yeteneğine sahip olduğunu düşünen bu akılsızlara “Dam başında saksağan…” diyerek, kalemle halvetimizi “Dünyaya bir daha gelse idiniz, ne olmak isterdiniz?” sorusuna Hüseyin Nihal Atsız Bey’in verdiği muhteşem yanıt ile bitirelim: