Kerkük, Elden Ele Düşmeden

İster Türk-i iman’dan gelsin, ister Türk-menend’den; Türkmen demek, Türk demektir. Oğuz Türk’ü demektir. Bu nedenle, nerede olursa olsun; Türkmen toplumunun maruz kaldığı soykırım, haksızlık, zulüm, insan hakları ihlâli…türü ne olursa olsun, büyük meseledir.

140 Görüntülüme

Damarımda Türk kanı taşıyorum diyen herkesin gütmesi gereken bir millî davadır. Türklük davasıdır. Türklük davası olmasının yanında bir İslâm ve insanlık davasıdır.

Bizzat Atatürk tarafından çizildiği söylenen Doğu Türkmeneli bayrağı

Bugün Irak’ta sayıları 2,5 milyonu aşan bir Türkmen topluluğu bulunmaktadır. Üstelik bu topluluk, bin yıldan fazla bir tarihî geçmişe de sahiptir. Türkler, Musul ve Kerkük dolaylarını, Anadolu’dan çok önceleri yurt edinmiştir. Irak Türkleri, Anadolu Türkleri ile yüzlerce yıldır kader birliği içerisinde olmuştur. Ta ki 1. Dünya Savaşı sonrasında Irak, İngiliz sömürgesi olana kadar… O tarihten sonra Türkmenlerin kaderi kan ve gözyaşı ile yoğrulmuştur.

Bin yıllık Türk yurdu Doğu Türkmeneli
 

Irak’taki Türklerin (Türkmenler) yaşadığı yerler, Türkiye sınırlarından başlayıp, Bağdat’a kadar uzanan geniş bir sahayı kapsamaktadır. Irak Türklerinin başlıca yerleşim alanları Musul, Kerkük, Erbil, Altunköprü, Telâfer, Diyala, Selahaddin, Mendeli gibi yerleşim birimleridir. Yine Bağdat’ın belli başlı mahallelerinde 100 binin üzerinde Türk yaşar. Kısacası Türkiye sınırındaki Telâfer’den başlayıp, İran sınırındaki Mendeli’ye kadar uzanan coğrafyada üç milyona yaklaşan sayıları ile Türkler, ülkedeki üçüncü büyük etnik topluluğu oluşturmaktadır.

Doğu Türkmeneli önderi ve dahi Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihî
 

Irak’taki Türkler, ülkenin her tarafında zengin bir kültür varlığı meydana getirmişlerdir. Özellikle Musul, Kerkük, Bağdat, Basra, Erbil, Telâfer gibi şehirlerde Türklere ait mimari yapılar sayılamayacak kadar çoktur. Ama ne yazık ki Arapların denetimindeki (control) Irak yönetimleri bu eserleri korumadıkları gibi, bu eserlerden rahatsız dahi olmuşlardır. Misal, Osmanlılar tarafından yaptırılan Kerkük’teki tarihî Taşköprü 1954 yılında yıktırılmıştır. Ama en büyük yıkım geçmişi M.Ö. 2600 yıllarına kadar uzanan, nerede ise 4600 yıllık bir geçmişe sahip olan Kerkük Kalesi ile birlikte Ulu Cami, Danyal Peygamber Cami, Yeşil Kümbet gibi tarihî yapıların, geleneksel sokakların, köşklerin, konakların kısacası Türklere ait kültürel dokunun 1995 yılında yok edilmesi ile yaşanmıştır. Bu yıkımların ne anlama geldiğini havsalanızda canlandıramıyorsanız, bir Antalya Kaleiçi’nin, bir İstanbul Sultanahmet’in ya da bir Karabük Safranbolu’nun bir an için yok olduğunu düşünün. O zaman durumun vahametini daha iyi anlarsınız.


 

Ceylan bakışlı Türkmen balamız

Irak’taki Türklerin sadece kültürleri yok edilmemiştir. Çeşitli tarihlerde binlerce soydaşımız da öldürülmüştür. Bu toplu kıyımlardan (katl-i âm) ilki 1924’teki Teyyari toplu kıyımıdır. Bunu 1946’da Gavurbağı toplu kıyımı izlemiştir. Ardından 14 Temmuz 1959’daki Kerkük toplu kıyımı yaşanan acıların en büyüğüdür. Toplu kıyım üç gün üç gece sürmüş ve Albay Ata Hayrullah, Hekim (doctor) Yarbay İhsan Hayrullah, işadamı Kasım Neftçi gibi Türk ileri gelenlerinin de içinde bulunduğu birçok soydaşımız şehit edilmiştir. Hatta vahşet öyle bir hâl almıştır ki, motorlu araçlara ayaklarından bağlanan cesetler sokaklarda sürüklenmiştir. Şehit edilen kimi Türklerin cesetleri, üç gün boyunca elektrik direklerinde asılı bırakılmıştır. Soysuz katiller insanlıktan o kadar çıkmışlardır ki, kimi Türkleri, ayaklarından farklı araçlara bağladıktan sonra bu araçları ters yönde hareket ettirmek sureti ile parçalamışlardır. Canlı canlı, kimilerinin gözleri oyulmuş, kimileri de diri diri toprağa gömülmüştür. Irak Türklerini en çok yaralayan ise, devrin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin bu vahşete kayıtsız kalması olmuştur. Bu ülkede Kore’ye, Küba’ya, Peşmerge’ye gösterilen ilgi ne yazık ki kendi kanımızdan canımızdan olan insanlardan esirgenmiştir.

Gök Börü bakışlı Türkmen balamız
 

1959 toplu kıyımı (katl-i âm) daha unutulmamış iken, 16 Ocak 1980’de, Bağdat yönetimi tarafından Türk ileri gelenleri idam edilmiştir. Şehit edilenler arasında, merkezi Bağdat’ta bulunan Türkmen Kardaşlık Ocağı’nın başkanı, emekli Albay Abdullah Abdurrahman, büyük dava ve bilim adamı Doç. Dr. Necdet Koçak, işadamı Adil Şerif ilk akla gelen kardeşlerimizdir. Yine bu toplu kıyımda, hekim (doctor) Rıza Demirci işkencede can verenlerden biridir.

Kerkük’te, 14 Temmuz 1959’da başlayan ve üç gün süren toplukıyımı (katl-i âm) örtbas eden kişilere (zevat) bakar mısınız? Abuk-sabuk adamların, abidik-gubidik işleri!..

Körfez Savaşı ile birlikte, Iraklı Türkler yine büyük acılar yaşamıştır. 28 Mart 1991’de Türklerin yaşadığı Altunköprü’de tam bir toplu kıyım (katl-i âm) yapılarak, bir saat gibi kısa bir sürede, içinde öğrencilerin de olduğu yüzden fazla gencimiz kurşuna dizilmiştir.


Saddam sonrasını az çok biliyorsunuzdur sanırım. Peşmergeler tarafından Milli Eğitim Müdürlerine varıncaya kadar yüzlerce Türk şehit edilmiş, binlercesi de yaşadıkları topraklardan göç etmeye zorlanmışlardır. Tapu daireleri, kütüphaneler, müzeler… ya yağmalanmış ya da yakılıp yıkılmıştır. Türklere ait ne varsa yok edilmeye çalışılmıştır. Irak Türkleri denince ilk akla gelen şehir olan Kerkük’ün nüfus yapısı ile oynanmış, büyük çoğunluğu Türk olan şehirde, Türklerin azınlık durumuna düşmesi için her türlü baskı uygulanmıştır.

Şah kartalı; Avşarların ongunu olan efsane savaşçı..
 

Son zamanlarda olaylar Telâfer’e de sıçramıştır. Telâfer, nüfusunun tamamına yakını Türk olan ve ayrıca Türkiye’ye çok yakın olan bir yerleşim yeridir. Ayrıca zengin neft (petrol) ve doğalgaz yataklarına sahiptir. Yine Telâfer, Kerkük-Yumurtalık boru hattının geçtiği güzergâhtır. 300 bini aşan nüfusunun büyük çoğunluğu Avşar olup; yarısı Caferîlik yarısı Hanefîlik ikliminde yaşayan Türklerden oluşmaktadır. Telâfer, son dönemlerde toplu kıyımlara (katl-i âm), baskı ve tutuklamalara sahne olmaktadır. Misal meydana gelen bir bombalama eyleminde onlarca soydaşımız ölmüş, bir o kadarı da yaralanmıştır. Son gelen haberler de şehrin yarı yarıya boşaldığı, Türklerin göç etmek zorunda kaldığı yönündedir. Yeri gelmişken Telâfer’in, Türkiye ile Irak arasında bir geçiş bölgesi olduğunu ve Osmanlı’nın bölgeye yaptığı bütün askerî seferlerde bu yöreyi kullandığını da belirtelim.

 

“Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selânik de dâhil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.” ATATÜRK

1932 yılında Atatürk’ü ziyarete gelen ABD’li general Douglas Mc. Arthur, yıllar sonra anılarını kaleme aldığında o görüşme sırasında Atatürk’ün, kendisine “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selânik de dâhil, Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.” dediğini yazar. Haliyle Kıbrıs bizim için ne anlam ifade ediyorsa, Kerkük de aynı anlamı ifade etmelidir. Çünkü Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetidir. Kıbrıs namus ise; Onikiada, Batı Trakya, Batum, Türkmeneli de namus olmalıdır. Çünkü misak-ı millîdir. Tarihimizin bize yüklediği bir millî sözleşme, millî antlaşmadır. Ünlü sanatçılarımızdan Mustafa Yıldızdoğan, bir türküsünde “Kerkük, elden ele düştü.” diyor. Kerkük’ün elden ele düşmesi demek, atalarımızın içtiği andın ayaklar altına alınması demektir. Şanlı tarihimizden bize bir miras, bir emanet olan Doğu Türkmeneli’ye (Musul-Kerkük yöresi) sahip çıkmak, bizim hem görevimiz hem de şerefimizdir. Sahi şerefiniz olmadan yaşayabilir misiniz? Neyse, cancağızlar! Sözü, Anadolu Türklerine hitaben söylenmiş sitem yüklü bir Kerkük türküsü ile noktalayalım:

Gül açdı hendən oldu.
Dermedim dendən oldu.
Men sendən ayrılmazdım,
Ayrılık sendən oldu.

.

Aziz Dolu Atabey
Serik- Temmuz 2007